29 Şubat 2012 Çarşamba


Agrutra Mirva...
Gece… Sularda bir yosun gibi hıçkıra hıçkıra, son bir umutla, gelmeyişini
beklerken, dönmeyişini özlerken… kalbim ufkuna battı, gözüme uyku… Gözlerimi
araladığımda, biri çoktan altını yakmıştı güneşin, tavşan kanı bir gün
demleniyordu ufukta. Vazgeçmek ve direnmek zar atıyordu terasta.
Bir paragraf icine yerleşmeyi bekleyen söz dizimlerim ve çoktan noktası konmuş yazıların
sabah gazetesi niyetine bırakılmıştı kahvaltı masasına. Bir yudum aldım orta
şekerli sabah yalnızlığımdan… kalemi belinden kavradım. Badem
ağaçlarından bahar dalları toplamıştım dün, sana rağmen, sana.
Sana göndermek
icin aldığım kitabın arasına kurumaya bırakırken fark ettim : Paylaştığımız
gökyüzü aynı değil nicedir… Saat değil, zaman farkı var aramızda. Ağrılı
bir geçmiş, sancılı yarınlar… ‘Nereye kadar?’, diye sordu nicedir
paylaşamadığımız gökyüzü, nereye kadar! Bir neşter kadar keskin ve temiz oldu
kararım; orada kış, burada neredeyse bahar. Seni bilmem ama ben artık pek
üşümüyorum.
Evet, “şimdi bütün ürkekliğiyle, bütün çıplaklığıyla, ‘bütün
gerçekliğiyle’ geçmişi gömme zamanı. Gri bulutlarla, tükenmiş bir mevsimin ve
aşkların ardından yeniden, kırılgan bir çocuk olmayı öğrenme zamanı.” Haklısın;
“hayat, hak ettiğimiz yaşamdan fazlasını sunmuyor.” Hak ettiğimi değil, hakkım
olanı bile alamıyorum! İsteyemiyorum.. nefsim kırılıyor. “Başkasının
acısına başkası olmak, ya da bir başkasının düşüne… Arta kalanları yaşamak yetti
artık”.
Çünkü, emin ol, “kıymık gibi batıyor yüreğime”, peşime taktığın bu
iğreti yalnızlık! Usandım, sadaka gibi önüme atılan paylaşımlardan. Hadi, adam
gibi paylaşalım bâri ayrılığı: Sen acılarını bensiz yaşa, ben sensiz düşler
kurayım! Ben de “bilmiyorum ne zaman pusuya düşürdün bizi. İçinde
çözemediğin bir hesabın var, çözdürmediğin; kim kimi gırtlaklayacak…”
korkuyorum, ecele faydası olmuyor. . Belki bir başka
vedada harcarsın! Nasılsa hep bir sonraki ayrılığın erken sızısına hazırsın…
Doğruydu; “doğduğum şehir bile…” anımsadı belki ama “tanımadı beni”.
Umurumda mı? Bu kıyı kasabasının bana kucak açışı hep aynı. Yaktım gemileri,
dönüş olsa da geri… dönen olmayacak! Gelmek istersen… dönmek.. otobüs terminali
bekleyecek seni.
İflah olmaz bir hüzün, ne zaman (c)anıma yapışsa..
derin soluklar (ç)almak gerekiyor hayattan.
Bilirsin. O zaman, hep, buraya
(k)açıyorum yelkenlerimi. … burada herkesten bir parça, kimseden bir bütün var. Hayatın ta kendisi
lokantasında bol kepçe yalnızlıklar, Arjantin bardaklarda yudum yudum tüketilen
mutsuzluklar var. Kimsenin olmayan ama herkesi sahiplenen bu kentte yüreğim
özgür artık. Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yosunlu
akşamüstleri…
Seni yalnızlığıma dahil etmeyi de öğrendim, yokluğunu yok saymayı
da! Öğrendim sessiz başıma yürümeyi dalgalarla, iskeleler boyunca…
‘Gitme’, deydin de gelirdim, mecburiyetten; ama hemen dönerdim
varlığına, sen gittiğimi bile fark edemeden…
Hiçbir şey demedin.. Hâlâ… Şimdi
kalmak için bahane de aramıyorum. Kendime iş bile buldum. Göz kenarlarımda
yürürken anıların sessiz turistleri; yokluğunu bir kokart gibi astım boynuma..
antik acıları, yüreğimdeki cam batıkları, mumyalanmış umutları kapsayan
istikâmetlerde rehberlik yapıyorum. Bilirsin, müşterisi her zaman bulunur, dramı
kıvamında hikâyelerin; çok şükür, işsiz de kalmıyorum. Oku da kendini
haklı çıkar, diye yazdım tüm bu satırları.
Seni kendime kırdırmak için değil.
Yazılarımı(n) son olduğunu düşünenlere ve sabırsızlıkla bekleyenlere duyurulur:
Bu son yazım değil ama sizi temin ederim son tuhaf hikâyemdir! Ve sen...
damarlarımdaki balıkadam… eski bir umutla boğulduğunu sanıyorken hâlâ… ne
yazarak, ne sesine dokunarak… ulaşamıyorum sana! Sırf bu yüzden bile kızamazsın
yokluğuma. Senin her suskunluğunun bir bahanesi, benim her yok oluşumun bir
aslı, bir anlamı var.
Yazdıklarını yaşayan sen, yaşadıklarımı yazıyorum diye mi
bir türlü anlamak istemiyor beni! Kitap aralarında nice heyecanla kuruyan ama
mutfak raflarında unutulan bahar çiçeklerine iyi bak. Çünkü, sahip çıkamazsan,
onlar da, hep acıtacaklar seni!
Özgecan..

26 Şubat 2012 Pazar

AŞK DA ÇEVREYE UYAR..

Sevgilim aşk da çevreye uayr,
Susuzluk kaktüsü dikenle kaplar.

Bak bazı kadınlar kaçmaz çorapların
Uzun bacakları olmuşlar.

Ve bazı giysiler içinde çalımla
Merdivenden iniyor adamlar.


Çocukların gül dudağında
Zift gibi yapışkan kara sakızlar.

Öyle yalnızız ki bu panayırda
Sevgimiz durmadan bir taşı ovar.

Sevgilim aşk da uyar çevreye
Ve kendine parlak bir yalan arar.


M.Altıok..