10 Nisan 2012 Salı

Huysuz Ve Tatlı Kadın..


Şarkılar seni söyler;
dillerde nağme adın
Aşk gibi, sevda gibi ..
huysuz ve tatlı kadın..

En güzel günlerini demek bensiz yaşadın..
Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın’

Erkekler neden ‘huysuz ve tatlı’ kadınları hiç unutamadıklarını söylerler ve bu söylemlerinde ne kadar inandırıcıdırlar?
Saatler süren tartışmalar sonunda- haksız da olsa- sevdiğinin gönlünü alan kadınlar mı hem huysuz hem de tatlıdır?
Eğer öyleyse ben bu kategoriye hiç girmiyorum; hem de hiç! Bu merakımda, evime gönderilen papatya buketine iliştirilmiş kağıtta yazan, şarkı sözlerinin etkisi var sanıyorum… Gönül almayı beceremeyen bir ‘huysuz’ olarak bu sıfatın yanında geçen ‘tatlı’ sıfatını -doğal olarak- üzerime alınmıyorum; her ne kadar lütfedilmiş olsa da...

Aşk gibi, sevda gibi anıldığımı ise ne hikmetse ya giderayak ya da gittikten epey zaman sonra duyuyorum.Ay bacayı geçmiş, ikinci baca turu için hazırlık yapıyor durumları… Kaybetme anı, terk edilen erkekler için bir muamma.

Giden kadının ardından kaç filme -kendi kendilerine- imza atıyorlar orasını bilmesem de bildiğim, her filmde senaristin, yapımcının, yönetmenin, oyuncunun terk edilen adam olduğu! Hani kadın, olur da filmin bir karesinde dayanamayıp rol almak istese, ilginç bir telaşa kapılıyor erkek.Hayır, sensizken seni sevmeliyim; sen olunca olmuyor, nidaları...
Bu film sadece benim filmim, şımarıklığı! Eee, tepeden tırnağa şapşallık içeren bu durumda biz kadınlara da : Buyur, film senin olsun; paşa gönlün bilir. Hatta al o filmi, başına çal! Dağları izlemeye ve beni düşünürken o hayalden öteki hayale zıplamaya da devam et adam! demek düşüyor.

Tabii, terk eden kadının ardından rüyalara riyayla dalıp, gözleri yeni bir kadını hayatına almak için fer fecir okuyan erkek modelleri var ki onlar için bir fikir yürütemiyorum.
Çünkü; beni severken ve ayrılığımıza dayanamazken başka bir kadını hayatına alma isteğiyle yanıp tutuşan; hatta bulduğu ilk kadını kendinden geçe geçe bana göstermeye çalışan; marifet gibi bana salak salak nispet yapan, canımı acıtmaya çalışan, benim canım acıdıkça zevkten dört köşe olan, intikam aldığını zannedip komik duruma düşen bir eski sevgilim olmadı. Kimsenin hakkını yiyemem(!) ..

Eğer öyle biri olsaydı, psikolojik bir travma geçirebilirdim. Bu adam bir de çok güvendiğim, çok önemsediğim, hiç kırmadığım, incitmediğim, her saçmalığını makul karşılamaya çalıştığım bir adamsa gerçekten çok üzülebilirdim.
O adamı ve yaşadığım güzel anları unutmam uzun zaman almasa da zalimliğini unutabilmem ömrümü alırdı.
Hülasa; şarkılardan fal tutacak yaşı geçtiğimi düşündüğüm ve aşk adına bir cümle dahi duymak istemediğim şu son dönemlerimde artık hiçbir nağme yüreğime işlemiyor işte. Zaman zaman gözlerimin önünden geçen anılarım bile, el sallayıp uğurlayacak kadar anlamlı gelmiyor bana.
İnkar denilen duygusuzluk böyle bir şey olsa gerek! Geriye sarıp onarmak mümkün olsa bazı şeyleri, kılımı bile kıpırdatmayacağımı biliyorum. Çünkü; vurunca duymaz oldum, bakınca da görmez.

Oysa eskiden ben sevince dünya dururdu; dört mevsim çiçek açardı aşk bahçemde…Gelecek planlarımda sevdiğim adamın adının geçmediği, bir an bile olmazdı. Hesapsız severdim ben, hem hesapsız hem de telaşsız .
İnce ayrıntılar içinde boğulmazdı düşlerim ve sadece onunla yan yana olabilmek için dakikaları sayardım. Sevda nankörü değildim ben! Şimdi, hiçbir şey eskisi gibi değil, hiç kimse dün gibi anılmıyor ve hiç kimsenin hayatımın kıyısından bile geçmesini istemiyorum!

B. Edisan

29 Şubat 2012 Çarşamba


Agrutra Mirva...
Gece… Sularda bir yosun gibi hıçkıra hıçkıra, son bir umutla, gelmeyişini
beklerken, dönmeyişini özlerken… kalbim ufkuna battı, gözüme uyku… Gözlerimi
araladığımda, biri çoktan altını yakmıştı güneşin, tavşan kanı bir gün
demleniyordu ufukta. Vazgeçmek ve direnmek zar atıyordu terasta.
Bir paragraf icine yerleşmeyi bekleyen söz dizimlerim ve çoktan noktası konmuş yazıların
sabah gazetesi niyetine bırakılmıştı kahvaltı masasına. Bir yudum aldım orta
şekerli sabah yalnızlığımdan… kalemi belinden kavradım. Badem
ağaçlarından bahar dalları toplamıştım dün, sana rağmen, sana.
Sana göndermek
icin aldığım kitabın arasına kurumaya bırakırken fark ettim : Paylaştığımız
gökyüzü aynı değil nicedir… Saat değil, zaman farkı var aramızda. Ağrılı
bir geçmiş, sancılı yarınlar… ‘Nereye kadar?’, diye sordu nicedir
paylaşamadığımız gökyüzü, nereye kadar! Bir neşter kadar keskin ve temiz oldu
kararım; orada kış, burada neredeyse bahar. Seni bilmem ama ben artık pek
üşümüyorum.
Evet, “şimdi bütün ürkekliğiyle, bütün çıplaklığıyla, ‘bütün
gerçekliğiyle’ geçmişi gömme zamanı. Gri bulutlarla, tükenmiş bir mevsimin ve
aşkların ardından yeniden, kırılgan bir çocuk olmayı öğrenme zamanı.” Haklısın;
“hayat, hak ettiğimiz yaşamdan fazlasını sunmuyor.” Hak ettiğimi değil, hakkım
olanı bile alamıyorum! İsteyemiyorum.. nefsim kırılıyor. “Başkasının
acısına başkası olmak, ya da bir başkasının düşüne… Arta kalanları yaşamak yetti
artık”.
Çünkü, emin ol, “kıymık gibi batıyor yüreğime”, peşime taktığın bu
iğreti yalnızlık! Usandım, sadaka gibi önüme atılan paylaşımlardan. Hadi, adam
gibi paylaşalım bâri ayrılığı: Sen acılarını bensiz yaşa, ben sensiz düşler
kurayım! Ben de “bilmiyorum ne zaman pusuya düşürdün bizi. İçinde
çözemediğin bir hesabın var, çözdürmediğin; kim kimi gırtlaklayacak…”
korkuyorum, ecele faydası olmuyor. . Belki bir başka
vedada harcarsın! Nasılsa hep bir sonraki ayrılığın erken sızısına hazırsın…
Doğruydu; “doğduğum şehir bile…” anımsadı belki ama “tanımadı beni”.
Umurumda mı? Bu kıyı kasabasının bana kucak açışı hep aynı. Yaktım gemileri,
dönüş olsa da geri… dönen olmayacak! Gelmek istersen… dönmek.. otobüs terminali
bekleyecek seni.
İflah olmaz bir hüzün, ne zaman (c)anıma yapışsa..
derin soluklar (ç)almak gerekiyor hayattan.
Bilirsin. O zaman, hep, buraya
(k)açıyorum yelkenlerimi. … burada herkesten bir parça, kimseden bir bütün var. Hayatın ta kendisi
lokantasında bol kepçe yalnızlıklar, Arjantin bardaklarda yudum yudum tüketilen
mutsuzluklar var. Kimsenin olmayan ama herkesi sahiplenen bu kentte yüreğim
özgür artık. Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yosunlu
akşamüstleri…
Seni yalnızlığıma dahil etmeyi de öğrendim, yokluğunu yok saymayı
da! Öğrendim sessiz başıma yürümeyi dalgalarla, iskeleler boyunca…
‘Gitme’, deydin de gelirdim, mecburiyetten; ama hemen dönerdim
varlığına, sen gittiğimi bile fark edemeden…
Hiçbir şey demedin.. Hâlâ… Şimdi
kalmak için bahane de aramıyorum. Kendime iş bile buldum. Göz kenarlarımda
yürürken anıların sessiz turistleri; yokluğunu bir kokart gibi astım boynuma..
antik acıları, yüreğimdeki cam batıkları, mumyalanmış umutları kapsayan
istikâmetlerde rehberlik yapıyorum. Bilirsin, müşterisi her zaman bulunur, dramı
kıvamında hikâyelerin; çok şükür, işsiz de kalmıyorum. Oku da kendini
haklı çıkar, diye yazdım tüm bu satırları.
Seni kendime kırdırmak için değil.
Yazılarımı(n) son olduğunu düşünenlere ve sabırsızlıkla bekleyenlere duyurulur:
Bu son yazım değil ama sizi temin ederim son tuhaf hikâyemdir! Ve sen...
damarlarımdaki balıkadam… eski bir umutla boğulduğunu sanıyorken hâlâ… ne
yazarak, ne sesine dokunarak… ulaşamıyorum sana! Sırf bu yüzden bile kızamazsın
yokluğuma. Senin her suskunluğunun bir bahanesi, benim her yok oluşumun bir
aslı, bir anlamı var.
Yazdıklarını yaşayan sen, yaşadıklarımı yazıyorum diye mi
bir türlü anlamak istemiyor beni! Kitap aralarında nice heyecanla kuruyan ama
mutfak raflarında unutulan bahar çiçeklerine iyi bak. Çünkü, sahip çıkamazsan,
onlar da, hep acıtacaklar seni!
Özgecan..

26 Şubat 2012 Pazar

AŞK DA ÇEVREYE UYAR..

Sevgilim aşk da çevreye uayr,
Susuzluk kaktüsü dikenle kaplar.

Bak bazı kadınlar kaçmaz çorapların
Uzun bacakları olmuşlar.

Ve bazı giysiler içinde çalımla
Merdivenden iniyor adamlar.


Çocukların gül dudağında
Zift gibi yapışkan kara sakızlar.

Öyle yalnızız ki bu panayırda
Sevgimiz durmadan bir taşı ovar.

Sevgilim aşk da uyar çevreye
Ve kendine parlak bir yalan arar.


M.Altıok..

15 Ocak 2012 Pazar


Ötesi...Berisi...Dahası..


Aşkın,seninle ödüllenemeyen yanıydı yalnızlık.
Ardı,nefes kesiği.
Ötesi yara,berisi bere,dahası izdir.

Geldiğim kadar gitmenin,
Hatırladığım kadar unutmanın,
Susturan ve üşüten avazlarıma,libas bulmanın vaktidir şimdi.

Çoğalmaya gelmişken,azalarak kaldım cehenneminde.
Benim için,
Öldüğünü görmemek için ölmek oldu artık hayat.
Yalnızlığın aşkla ödüllenemeyen yanısın,sen.

Ardı,biz.
Ötesi yâr,berisi ben,dahası anıdır.

Acının ve ağrının kentidir,
Hayatın hep arka odası,
Zamanın arka bahçesidir biraz da ve sadece hep ‘‘bir gün’’ olarak verilir,dün.
Benim yalnızlıkla cezalandırılmamdı,aşk.

Ardı,ruh âlemi.
Ötesi şer,berisi ecel,dahası kalptir.

Yüzdüğüm kadar boğulmanın,
Tanıdığım kadar yabancılaşmanın,
Eriten ve meleten kelimelere,deyiş bulmanın vaktidir şimdi.

Var olmaya gelmişken,yok olarak yakıldım ateşlerinde.
Benim için,
Unuttuğunu bilmemek için gitmek oldu artık yollar.
Aşkın yalnızlıkla cezalandırdığıyım,ben.

Ardı,dua.
Ötesi ibret,berisi av,dahası cinnettir.

Hep kendi kendimi ıskalayan bir ahmağım sandım.
Yokluğunda kendimi bulamadığımı,aynadaki boşlukları gördükten sonra anladım.
Dudağındaki soğuk yatağa kıvrılan o sıcak nefesti,sessizlik.

Ardı,figan.
Ötesi dil,berisi şiir,dahası çığıltıdır.

Ben,sen,biz...
İç kanamaları durmayan üç ayrı hastayız şimdi.
Hepimiz tekiliz.
Hepimiz aşk tarafından terk edileniz.

Yitirdiğim kadar bulmanın,
Uyuduğum kadar uyanmanın
Can verdiğim saatlerin hesabından can almanın vaktidir şimdi.
Yâr olmaya yüz tutmuşken,yârdan oldum kısmetlerin kıtlığında.

Ardı,boş.
Ötesi ömür,berisi karayazı,dahası yazgı hatasıdır.

Aşkın bir arada tutamadığı birbirini anımsatan iki ayrı yalandık,biz.
Buna sadece ayrılık kandı.
Ve o’nu bir yere,
Beni bir başka yere attı.

Ardı,azap.
Ötesi yok,berisi yokmuş,dahası yoktur.

E.Gökce

4 Ocak 2012 Çarşamba


Var..dık..

Yillar once, simdi ki gibi insanlari kaybetmenin en kolay yolu hem vefa duygusunun yoklugu hemde duyarsizlikti.. O zamanlar insanlarin kaybi da zordu.. Cunku cogu insan vefa denen duygudan nasibini almis, duyarliydi..

O zamanlar insanlar degerlerine sımsıkı bagliydi. Kelimelerin iclerinin bosalmadigi yillarda yasadigi icin sansliydi kadin. En buyuk ozgurlugun kendi icinde oldugunu biliyordu ve gercek adaletinde kendi yureginde hukum surdugunden emindi.. Bu yuzden cok fazla demokrasilerden haz etmedi.

Ve ozgurluk cigirtkanligi yapanlara da inanmadi. Kendini bile ozgur birakamayan, kelimelerini bile ozgurce soyleyemeyen, ifade yoksunu, korka korka yasayanlardan uzak bir yasam surmeyi secti.. Insanlarin agizlarindan cikan her soze inandigi icin verilen sozlerinde gercek oldugunu sandi. "Dostum ben sana" diyenede... "Seni seviyorum" diyenede... Oysa kendisi "Ben size dost degilim" diyordu. Bir gun cekipte gidecek olursa, en azindan kimselere hayal kirikligi yasatmasin diye.. Dostluklar ne kadar zordu onun icin.. Ve bir o kadarda inanilmasi guc.. Neydi dost sahi? "Yanindayim" demek mi?
Dostluklari sorgulamayi coktan birakmisti. Bundan sonra da sorgulayacak degildi.. Herseyin icini bosaltan insanlar dostluk , arkadaslik gibi kavramlarin da iclerini bosaltmisti..

Iyi niyetin aptallik , safligin enayilik oldugu donemlerde, kotulukle iyiliginde bir secim , yasam bicimi oldugunu farketti. Aptal gorunmemek adina iyi niyetinden vazgecmedi. Enayi olmama adina da saf dusuncelerinden. O yuzden kandirilmasi cok kolaydi.. Oysa kimse bilmedi, kanmak bile onun secimiydi.. Kandigi hersey daha cabuk affedebilme yetisini kuvvetlendirirdi..

Sonucta sectigi hersey kaderi oldu..

Bazen insan secemiyordu bazi seyleri.. Iste o gunlerde anladi secemedigini. Daha once yazilan son'lara engel olabilmek ancak tanrinin isiydi..

Kabullenmeyi de ancak boyle ogrenebildi. Boyun egmek ona gore olmasa da, yazilana karsi boynu ancak egik kalabilirdi..

Biz eksile eksile çoğalırken aslında kendi kendimizden uzaklaşıyorduk.. Her insan kendi içinde kendi küçük dünyasında yargıları ile yaşarken birbirine sormuyordu. Kalbinde derin şüpheler , acaba'lar susarak yargılıyordu.. Konuşmaya karar verdiğinde ise , hem kendi yüreğine hemde sevdiğinin yüreğine bıçak gibi sözlerini saplıyordu..

Sözler.. Havada uçuştuğu sanılan sözler ... Geri dönüşü olmayan sözler.. ''Pardon.. Böyle söylememeliydim'' in güzelliğini gölgeleyen geri çevrilemeyen sözler.. Ve sonra ''sağlık olsun'' diye biten boyun eğişler..

Biz var'dık.. Var'lıkla Yok'luğun arasında ki incecik çizgiden sıyrılıp boşluğu dolduranlardan olmadık...

alıntı..


_ ''Yazarım dedi, Adam...



_''Siz'' ?



_''Silerim'' dedi ve sildi Kadın..






Aşk'a dair ne varsa daim olan..



Bastıra bastıra sildi Adam'dan..

E.Gökçe.



26 Aralık 2011 Pazartesi

Düşünceler...

Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda, kumla köpüğün arasında. Yükselen deniz ayak izlerimi silecek, rüzgar köpüğü önüne katacak, ama denizle kıyı daima kalacak.
Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır. Anımsamak bir tür buluşmadır. Unutmak ise bir tür özgürlük.
Yüreğimdeki mühür kalbim kırılmadan çözülebilir mi? Sevgililer birbirlerinden çok aralarındakini kucaklarlar. Arkadaşlık her zaman için tatlı bir sorumluluktur, asla bir fırsat değil.
Ancak büyük bir acı veya büyük bir sevinç senin gerçeğini açığa çıkarabilir. İşte böyle bir anda ya güneş altında çıplak danset, ya da çarmıhını taşı.
İnsanlık, sonsuzluğun dışından sonsuzluğa akan bir ışık nehridir. Şafağa ancak gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir.
Gariptir ki, kimi zevklerin tutkusudur, acılarımızın bir kısmını oluşturan.
Kişinin hayal gücüyle, düşlerinin gerçeklesmesi arasındaki mesafe, yalnızca onun yoğun isteğiyle aşılabilir.

Cennet orada, şu kapının ardında, hemen yandaki odada; ama ben anahtarı kaybettim. Belki de sadece koyduğum yeri unuttum.
Kuş tüyünde uyuyanların düşlerinin, toprak üzerinde uyuyanlarınkinden daha güzel olmadığı gerçeğinde, yaşamın adaletine olan inancımı yitirmem mümkün mü?
Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim.
Karşındakinin gerçeği sana açıkladıklarında değil, açıklayamadıklarındadır. Bu yüzden onu anlamak istiyorsan, söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver.
Söylediklerimin yarısı beş para etmez; ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir diye konuşuyorum.
Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp, sessiz erdemlerimi eleştirmeye başladığında doğdu.
Bir gerçek her zaman bilinmek, ama ara sıra söylenmek içindir. İçimizdeki gerçek olan sessiz, edinilmiş olan ise gevezedir. İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım.
Sözcüklerin dalgası hep üstümüzde olsa da, derinliklerimiz daima dinginliğini korur.
Yaşam kalbini okuyacak bir şarkıcı bulamazsa, aklını konusacak bir filozof yaratır.
Zihnimiz bir süngerdir, yüreğimizse bir nehir. Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!
Eger kış, 'Baharı yüreğimde saklıyorum' deseydi, ona kim inanırdı? Her tohum bir özlemdir. Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır.
Haydi seninle saklambaç oynayalım. Yüreğime saklanırsan eğer, seni bulmak zor olmaz. Ancak kendi kabuğunun ardına gizlenirsen, seni bulmaya çalışmak bir işe yaramaz.
Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir. Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim, durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.

Hayır, boşuna yaşamadık biz! Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı?
Özel ve ayrımcı olmayalım. Unutmayalım ki, şairin aklı da, akrebin kuyruğu da gururla aynı yeryüzünden yükselir.
Evim der ki, 'Beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.' Yolum der ki, ' Gel ve beni izle, çünkü ben senin geleceğinim.' Ve ben hem eve, hem de yola derim ki, 'Benim ne geçmişim, ne de geleceğim var. Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem, ayrılışımda bir kalış.

Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir.' Daha dün, yaşam küresi içinde uyumsuzca titreşen bir kırıntı olduğumu düşünürdüm. Şimdi biliyorum ki, ben kürenin ta kendisiyim, ve uyumlu kırıntılar halinde tüm yaşam içimde devinmekte.
Adlandıramadığın nimetleri özlediğinde, ve nedenini bilmeden kederlendiğinde, işte o zaman büyüyen her şeyle beraber büyüyecek ve üst benliğine uzanacaksın.
Ağaçlar yeryüzünün gökkubbeye yazdığı şiirlerdir. Ama biz onları devirir ve boşluğumuzu kaydedebilmek için kağıda dönüştürürüz.
Güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır. Esin daima şarkı söyler; asla açıklamaya çalışmaz. En büyük sarkıcı, sessizliğimizin şarkısını söyleyendir. Eğer ağzın yemekle doluysa nasıl şarkı söyleyebilirsin? Ve eğer elin altınla yüklüyse, şükretmek için nasıl kaldırabilirsin?
Sözler zamansızdır. Onları zamansızlıklarını bilerek söylemeli ya da yazmalısın.
Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir. O, kanayan bir yaradan veya gülümseyen bir ağızdan yükselen bir şarkıdır..

Halil Cibran..